Mevlana Şeyh Nazım’ın günlük Sohbetleri
21 Nisan 2010, Çarşamba
Yanan bir tek mum, diğer binlerce mumu aydınlatabilir
Euzu billahi mineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmanirrahim
Essalamü Aleyküm ve Rahmetullahi Ve Berekatüh
- Mevlana diyor ki; Kutsal Sözcükler Bismillahi ‘r-Rahmani ‘r-Rahim içimizde sorun yaratan tüm koşulları bizlerden söküp atabilir. Mevlana, Allah’ın sonsuz bereketi ve Onun bu gezegendeki tüm Vekilleri de dâhil, mesajını tüm yaratılışa iletebilme gücü ve yeteneği için dua etti. Mevlana İnsanın Khalῑfah fil ardh, sadece bu Dünya üzerinde Halife olduğunu ama tüm sonsuz egemenliğin Halifesi olmadığını hatırlatıyor bizlere. Allah Kutsal Kuran’da diyor ki:
وَإِذۡ قَالَ رَبُّكَ لِلۡمَلَـٰٓٮِٕكَةِ إِنِّى جَاعِلٌ۬ فِى ٱلۡأَرۡضِ خَلِيفَةً۬ۖ قَالُوٓاْ أَتَجۡعَلُ فِيہَا مَن يُفۡسِدُ فِيہَا وَيَسۡفِكُ ٱلدِّمَآءَ وَنَحۡنُ نُسَبِّحُ بِحَمۡدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۖ قَالَ إِنِّىٓ أَعۡلَمُ مَا لَا تَعۡلَمُونَ
“Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti.” (Bakara Suresi 30)
- Mevlana, kendisinin Kutsal Rehberi ve Efendisi’nin, İnsanın kendisini düzeltmesi ve ona ayaklarını kutsal olanın yoluna nasıl koyduğunu göstermek ve ona gerçek benliğini açıklamak için ki hepimiz içinde ışıklar parıldayan sadıkin’in rehberlik ışığına ihtiyaç içerisindeyiz, kalabalıklara nasihat etmek adına seçilmiş ve görevlendirilmiş olduğunu söyledi.
- Mevlana diyor ki; her bir insan bir mum taşıyor – ki birçoğumuz karanlıkta yolu aydınlatamayan, ışık vermeyen ya da uyuyan mumlarız. Mumlarımız nasıl aydınlatabilir ve uyandırılabilir? Birilerinin mumlarımızı yakmasına ihtiyaç duyuyoruz!
- Mevlana Lefkoşalı Arnavutların mahallesinde yaşadığı zamanlardaki çocukluğunu aktarıyor. Yerel halk çalışkan sanatkârlardı; onlar kasabadaki tarlalarda çalışmakları için tercih edilen, çalışkan ve dürüst insanlardı. Birbirlerine bağlı, dürüst, tutucu olmayan, dindar ve birlik içinde bir topluluktu. Mevlana, yerel halkın toplanıp, yanmayan bir mumla geldikleri yerel bir Kilisede yapılan evlilik törenini anlattı. Kilisenin girişinde, elinde yanan bir mum olan bir adam, ibadet için Kiliseye giren binlerce kişinin her birinin mumlarını yakmak için beklerdi. O yanan tek bir mumdan binlerce insan yanan bir muma sahip oldu ve diğer herkesin mumlarını yakmak için kullanılan yanan ilk mumun ateşi azalmadı. Ateşini birçok insanla paylaşmış olmasına rağmen, ateşi azalmadı ya da zayıflamadı bile.
- Aynı şekilde, manevi rehberlik –göksel ışık- arayanlar, Allah tarafından elinde İlahi ‘ışıkla’ aydınlatılmış bir mum tutan biriyle karşılaşmak üzere getirilecek ve bu ışıktan da alacaklardır. Sadece böylesine İlahi ışığı arayanlar böyle bir insana getirilecek.
- Eğer yanmayan mumlarımızı yakmak istiyorsak, yanan bir mumu olan birini aramalıyız. Birçok insan, yanan bir muma sahip olmayanları arayarak, onların mumlarını yakmanın peşinden koşarlar. Çok iyi tanınan idol olmuş ya da elinde bir dizi akademik vasıflar bulunduran ve kendisinin bilgili biri (örneğin; PhD, Şeriat Doktorası vs.) olduğunu ilan eden ya da o çok mübarek ve önemli biri gibi görünebilir (örneğin; bir cübbe giyerek vs.) birine yaklaşabilirsiniz. Ama o kişi yanan bir mumu olmayan biri olabilir. Aksine, Allah aradığınız bu yanan mum olan kişinin özelliklerini; yaşlı, basit, mütevazı, zayıf ve düşük profilli birine nasip etmiş olabilir. Bu yaşlı adam, belki de, yüreğinden kaynaklanan ateşle ‘sönmüş’ yürekleri aydınlatabilir.
- Genelde dünyevi pozisyonlarında pek de önemli olmayan ve belki de dünyevi anlamda düşük statülere sahip oldukları için, birçok insan tarafından bu İlahi olarak gönderilmiş yanan mum taşıyıcılarını önemsememek bir standart haline gelmiştir. Peygamber de reddedilmişti çünkü onlar, mesela bir çoban gibi, basit insanlardı. Birçok Ulus Peygamberlerini, onları sadece dış görünüşleriyle yargıladıkları için, önemsiz insanlar olarak değerlendirip, reddetti ve onları küçümsedi! Bu tür aydınlanmış insanlara sırtımızı dönmek ne de korkunç bir şeydir. Ama bizler onların yanan mumlarına korkunç derecede ihtiyaç duyarız! Neden onlara sırtımızı dönüp, onlardan uzaklaşıyoruz?
- Bedenlerin hastalıkları olduğu gibi ruhların da hastalıkları vardır. Fiziksel hastalıklar ilaçla tedavi edilebilir ama manevi hastalıklar için de maneviyatla ilişkili doktorlarla ihtiyaç vardır ve bu aydınlanmış olanlar da bizlerin amansızca ihtiyaç duyduğumuz manevi şifacılardır. Birçoğumuzun tüm hayatımız boyunca buna karşı kör kalmış olduğumuz ve dolayısıyla da kibir ve gururla Dünyada yürüdüğümüz benliğimizin hastalıkları, çok ciddi olanlardır. Bu hastalığı tedavi etmek hiç de kolay değildir. Sadece manevi rehberler bunu teşhis edebilir ve böylesine habis kanserleri tedavi edebilecek ilaçlar yazabilir. Ama bu tür rehberler, çoğunlukla, önemsenmez ve ancak çok az bir insan onlara hak ettikleri saygı ve hürmeti gösterir
- Allah yüksek manevi değerleri ve özellikleri, Kendisini hoşnut edenlere verir. Sıklıkla da, bu onur ve görevi alanlar görünüşte basit olan insanlardır. Dindarlıklarını ya da statülerini göstermek için çaba sarf etmezler. İnsan fiziksel bedeni nedeniyle değil, maneviyatı nedeniyle (gerçek varoluşu) onurlandırılmıştır. Bizler dış dünyaya bakmayı ve onun tarafından aldatılmamayı öğrenmek zorundayız. Allah, Kendi Sonsuz Hikmetinde, en uzak ve terk edilmiş harabe ve gemi kalıntılarının içinde hazineler saklar. Bu tür yerler çok sıradan görünürler ama aslında birçok açıklanmamış hazineleri barındırırlar. Bu nedenle, Peygamberler uluslarına, asla, fiziki olarak muhteşem şeyler, mucizeler, göstermemişlerdir. Bunun yerine, kabul etmekte yeterince alçak gönüllü olanlara, manevi aydınlanmalar getirmişlerdir. Birçok dini lider çok törensel ve önemliymişçesine giyinirler. Sanki göklerdeki cennetten yere inmişler gibi, pahalı giysiler giyerler! Onlar toplum karşısında nasıl görünecekleri konusunda oldukça bilinçlidirler. Mevlana soruyor: bu tür davranışlar Kutsal Kitabımızda hiç yer almış mıdır?
- Hoca Efendi (Nasrettin Hoca) diye, çok bilinen bir adamın hikâyesi vardır. Bir keresinde bir düğün için davet edilmiş ve gündelik kıyafetleriyle davet edildiği yere varmış. Görüntüsü, gerçekten de, çok pejmürdeymiş ve görevliler de onu değerli konuklardan çok uzakta bir yere oturtmuşlar. Bir müddet sonra, sıvışıp muhteşem kürk elbisesini giydiği evine gitmiş ve eğlencenin yapıldığı evin kapısına dönmüş. Yakınlarındaki çok zengin görünen konuğu gören hizmetliler, büyük bir saygı ile, onu karşılamak için koşuşturdular ve düğünün sahibi de; “Hoş geldin, ey çok âlim hoca!” diyerek diğer konuklarla birlikte onu da karşılamak için geldi. Ve onu tanıyan herkes de, ona karşı, aynı şekilde davrandı. Ve sonra, onu en yukarıdaki, değerli konukların oturduğu masaya; “Lütfen oturun hoca Efendi!” diyerek buyur etmişler. Bunun üzerine Hoca yerine oturmuş ama konuşmamış. Ve oradaki davetliler, acaba dudaklarından ne güzel sözler dökülecek diye, çevresinde toplanmışlar. Ve Hocaya yemek servisi yapıldığında, elbisesinin kolunu tutup tabağa doğru çekmiş ve saygılı bir edayla demiş ki: “Ey en değerli ve kıymetli elbise! Bu yemeğe katılmak için yeterince iyisin. Peygamber (SAV) aşkına, yalvarıyorum, misafirperver bir şekilde ikram edilmiş bu yemeklerin tadına bakmayı reddetme.” İnsanlar: “Hoca, bu da ne?” diye haykırmışlar. “Ve bu duyamayan ve yiyemeyen kürk elbiseye bu yemekleri ikram etmen ne anlama geliyor?” diye sormuşlar. “Ey çok değerli davetliler!” diye seslenmiş Hoca. “Elbise sizden böylesine saygı gördüğü için yemeği paylaşması gereken o değil midir? Daha önce de gelmiştim buraya. Fakat kıyafetim nedeniyle, kimse beni hoş karşılamadı. Ama şimdi kıyafetim nedeniyle, ama ben olduğum içim değil, hoş karşılandım. Yani bu yemek benim için değil, elbisem içindir.” diye cevaplamış.
- Nerdeyse tüm insanların manevi yetkinlikten çok fiziksel görünüme saygı göstermesi, bir 21. yüzyıl fenomenidir! İnsanlar, hatta dindar olanlar bile, güzel kıyafetlerin güzel olmayanlara göre daha çok saygıyı üzerlerine çektiğini düşündüklerinden, sıradan ve basit kıyafetler giymekten utanıyorlar. Saygıya değer olan (tıpkı yukarıda bahsedilen Hoca gibi) kişinin kendisi değil aksine, üzerine giymiş olduğu onurlandırılmış olan kıyafetidir! Günümüz insanları, manevi ve içsel durumlarını tamamen görmezden gelerek, dış görünüşlerini daha da güzelleştirmek için oldukça meşguller. İnsan artık yüreğinin temizlenmesi gerektiğini anlayamıyor.
- Mevlana bizlere, saygıyı insanlardan aramamamız gerektiğini salık veriyor. Bu anlamsızdır çünkü. Bunun yerine, İlahi varlık içinde onur ve itibar arayın. Saf ve temiz bir yürekle, Onun içten ve samimi hizmetkârı gibi, Ona yaklaşan taraf olun.
Özetlersek, bu sohbet; aramızda bulunan, yanan ve aydınlatan mumları aramamızı ve birinin dindarlığının ölçüsü için, dış görünüşün ötesine bakmayı öğretiyor. Üzerimize etkileyici kıyafetler giyerek övgü almak yerine, yüreklerimizi temizleyip arıtarak -belki de başkalarını aydınlatmak için bir mum olabilelim diye, tıpkı ışığın Cennet Elbiselerini giymek gibi, manevi değerlere açlık çekmeliyiz.
Sohbetin sonunda, Mevlana, gelen herkese, tıpkı Peygamberimiz’in (SAV): “Kendi toplumu tarafından onurlandırılanları, sizler de onurlandırın” dediği gibi, dinlerine bakmaksızın, saygı ve onur elini uzatabilmek için, dünyanın tüm dini liderlerini kendisinin 88. doğum günü kutlamalarına davet ediyor. Tıpkı İsa’nın (AS) kendisini İzleyenleri cennetsel yaymaya davet ettiği gibi, Mevlana da kendi konuklarını böylesine bir eğlenceye davet ediyor.
Fatiha.
You must be logged in to post a comment.