Hz. Yusuf neden öne çıktı?: 10 Kasım 2010

 Bismillah

Mevlana Şeyh Nazım’ın Kısa ve Ufak Tavsiyeleri

Hz. Yusuf neden öne çıktı?

10 Kasım 2010

Euzu billahi mineşşeytânirracîm.

Bismillahirrahmanirrahim

Essalamü Aleyküm ve Rahmetullahi Ve Berekatüh

  • Bugün dünyamızda gördüğümüz, yükselen kargaşanın nedeni nedir? Mevlana bunu, aşağıdaki anlama gelen, bir Hadisle açıkladı: “Her iş, o görev için uygun olan birine emanet edilmelidir. Bir pozisyon/konum/portföy/iş o işi yapması için uzman olmayan (kalifiye olmayan) birine verilirse, bu Kıyametin yakın olduğunun işaretidir.”
  • Kalifiye olmayan bir doktorun sizi ameliyat etmesine izin verir miydiniz? Onun müdahalesi sorununuzu çözmeyecek, aksine, böylesine yeteneksiz cerrah hastalığınıza yeni bir şeyler ilave edeceği gibi ölümünüze de neden olabilecektir. Gariptir, ilaçlarımızı sadece güvenilir kaynaklardan alırız. Tıbbi ihtiyaçlarımız için kalifiye uzmanları ve en iyilerini ararız ama başak birçok konuda böyle yapmayız.
  • Bugünün dünyasında yetenek ve liyakat sahibi insanlar, sıklıkla, hak ettikleri mevkileri alamazlar. Bunun yerine, niteliksiz ve vicdansız olanlar, açgözlü hükümet ve yönetim mevkileri için yarışıyorlar. Zirveye giden yollarında, rüşvet veriyorlar, kampanyalar yapıyorlar, vaatler veriyorlar ve lobi faaliyetleri yapıyorlar. İş olanaklarına karşı kayıtsızlar ve bu insanları çeken ana fikir ise; bir kere güce sahip olduklarında kullanabilecekleri, maaş harici edinecekleri para ve güçtür. Birçok ülkede parlamentoya girebilmek için uğraşan film yıldızları ve aktörler görüyoruz. Hepsi de, sadece güzel yüzleri olduğu için güç, otorite ve yetki koltuklarında oturmayı istiyorlar. Sadık fanatik ordularına sahip olarak, genelde, kolayca gücün merkezine sıçrayabiliyorlar. Bir makamın sorumluluğunu karşılama yeteneğinden yoksun olan birisi nasıl böyle bir makama sahip olabilir? Oy sandıklarını yeteneklerini değerlendirebilecek bir ölçüm aleti olarak kullanarak, sokaklardan toparlanmış bir grup insan, nasıl bir ülkeyi yönetebilir? Bir kişinin karakterini, yeteneklerini, vasıflarını ve başarılarını bilmeden nasıl o insanın bu göreve uygun olduğu düşünülebilir?
  • İronik bir şekilde, seçimlerde aday olanlardan her biri, reform yapmaya da aday oluyor. Ama bu reformlar doğasında laik olduğu sürece, insanların yürekleri mutsuz ve hoşnutsuz olacaklardır. Bu da bir devrime götürür. Muhalif partiler yapılandırılacaktır ve her yeni muhalif parti de daha fazla reform vaat edecektir. Ve reformlar laik olduğu sürece de insan yüreğini tekrar birleştirmek, asla, mümkün olmayacaktır ve bu daha fazla reformlar uygulamaya sokmak için yeni partilerin kurulması ile reformları uygulamaya koymak için güç mücadelesi kısır döngüsü sonsuza kadar devam edecektir. Mevlana, bu hastayı iyileştirmeyen tedaviye benzer, her yeni ilaç, diğerinin yan etkilerini etkisiz kılmak için, daha yeni ilaçlara ihtiyaç duyuyor, diyor. Ve kim böyle yararsız bir tedaviyi uygular? Sahte doktorlar –bir başka deyişle, geminin dümeninde gemiyi yönetemeyen yetersiz birini görüyoruz ve her yeni kaptan da gemiyi daha fazla zorluğun içerisine doğru götürüyor. Keşke gerçek bir gemi kaptanı tutsalardı o zaman tüm bu sorunlar kaybolup giderdi. Bunu yapmak yerine, insanlar, nasılsa eninde sonunda birisi tutar diye umarak, ardı ardına sahte tedavileri deniyorlar. Ama hiçbir şey Kuran ve Peygambersel öğretilerin aksine işleyemeyeceği için, öyle olmayacak hatta takipçilerine bir nebze bile fayda sağlamaz.  Sahte doktorlardan sahte ilaçlarla tedavi almaya devam ederlerse, sonunda hasta ölecek. Bu nedenle, bu dünya yetersiz insanların elinde kalırsa, dünya da ölür, Kıyamete ulaşır.
  • Eş dost ve akraba kayırma yaygındır. İnsanlar işlerini nasıl yapacaklarını bilmemelerine rağmen, amirlerine sadakatleri nedeniyle terfi ediyorlar. Bugün, bu yaygın işaretler nedeniyle, Kıyamet Gününe çok yakın olduğumuzu görüyoruz. Bu hastalık, hızla yayılan bir kanser –bugünlerde söylendiği gibi, ne bildiğin değil, kimi tanıdığın önemli. Birçoklarının işlerini nasıl yapacakları konusunda fikirleri bile yok! Her kurumda, hatta dini kurumlar da bile, insanlar dalkavukluk ve pohpohlamayla terfinin peşinden koşuyorlar; bir an bile kendilerine “Bana verilen sorumlulukları yerine getirebilecek miyim acaba? Allah’a döndüğüm zaman temiz bir vicdanla Onun karşısına çıkabilir miyim?” diye sormuyorlar.
  • Osmanlılar, makama uygun hizmet etme yeteneğine dayalı liyakat sitemiyle, 700 yıl hüküm sürdü. Sadece değerini kanıtlamış kişiye terfi ve makam verilir. Hiç kimse sadakat erdemine sahip olduğu ya da yaltakçılık veya aldatma yoluyla bir makamı satın alamaz. Birçok savaşta zafer kazanmış ve birçok muhalifi yenmiş, Belgratlı ünlü bir Amiral vardı. Birçok kaleleri elde etmiş biri olarak, Muhteşem Süleyman olarak da bilinen Kanuni Sultan Süleyman’a aşağıdaki gibi bir mektup yazmış: “Ey saygıdeğer Sultanımız, bu zayıf kulunuza, daha yüksek bir Rütbe bahşedecek misiniz?” Tarih kitapları Sultanın ünlü cevabını kaydetmiştir: “Ey evladım, rütbe ucuz değildir, her arzulayana öyle kolaylıkla bahşedilmez. Sadece kaleler fethetmen terfi için yeterli bir neden değildir. Her rütbenin getirdiği sorumlulukları herkes anlamak zorundadır. Sultan tabasına ne zaman terfi bahşedeceğini bilir. Aslında bizlere, hepimize, bir rütbe ihsan edilmiştir fakat bizler sefil bir şekilde her rütbenin ne tür görevler getirdiğini anlamakta başarısız olduk.” Görüyor musunuz, eskiden terfi etmek ne kadar da zormuş? Daha yüksek bir rütbe daha büyük sorumluluklar anlamına geldiği için, kişi, birisini daha yüksek bir rütbeye terfi ettirmeden önce, onun cesaret ve yeteneğini, beceri ve faziletini kanıtlamak zorundaydı. Rütbe sadece; vasıflı, faziletli ve övgüye değer biri tarafından elde edilirdi.
  • Savaştan sonra İngiliz Valisi Kıbrıs’ı Osmanlılardan teslim aldığında, Kraliçe Victoria kendisinden önce orayı yönetmiş olan Osmanlıların idari ve yasal uygulamalarını muhafaza etti ve uyguladı. Sömürge Yönetimi 80 yıl dolu dolu hüküm sürdü. İngilizlerin (Osmanlıların yöntemini izleyerek) ne kadar da asilce yönettiklerine bir bakın! Güneşin asla batmadığı İmparatorluk olarak biliniyorlar! Adaletle yönettiler. Bu adaleti nereden aldılar? Osmanlıların yasalarından. Ve Osmanlılar yasalarını nereden aldılar? Her Şeye Gücü Yeten Allah’ın bizlere göndermiş olduğu Şeriattan, İslamın İlahi Yasasından aldılar! Ne kadar da İronik, Türkler Kıbrıs’ı aldıkları zaman bu yasaları kaldırdılar. Bir yönetici adaletin İlahi Yasalarını fırlatıp atarsa, geri dönüş yoktur. Tüm sistem çökecektir. Tarih gösteriyor ki; Müslümanlar İngiliz yönetimi altındayken, modern Türklerin yönetimi altındakinden daha iyiydi! İngilizler Kıbrıs’ı yönetmek için sadece kırk kişi göndermişler ki bunlar değerli vasıflı adamlardı, Şeriatın İlahi yasalarını uygulamada tuttular. Bugün, Kıbrıs’ı yönetmek için 40.000 kişi gönderdiler ancak devlet işleri karışıklık ve karmaşa içerisinde. Sadece Kıbrıs’ın yarısını yönetmelerine karşın (diğer yarısı Yunan yönetimi altında), çoğunlukla parlamentoda tartışan, kavga eden ve çekişen on tane siyasi parti var.
  • Bugün, Müslümanlar motoru olmayan –dalgaların ve akıntıların insafına erk edilmiş, amaçsızca suda yüzen gemi gibiler. Tıpkı pervanesi olmayan, yere doğru savrularak giden ve çekim ve sıcak hava akımının insafına bırakılmış bir uçak gibiler. Tıpkı frenleri olmayan ve dost düşman herkese çarpan araba gibiler ve helallere ve haramlara gerekli saygıyı göstermiyorlar. Eğer şimdiki yönetimimiz (Türkler) tıpkı (Osmanlılar ve İngilizler gibi) doğru yoldan gitselerdi, şimdiki bu güç durumda olmazdık.
  • İnsanlar uyanmalı ve gerçeği görmeliler. Eğer eski yol işlediyse ve yeni yol da işlemiyorsa, neden hala sahte ilaçları denemekte ısrar ediyorlar? İnsanlar neden aynı etkisiz ilaçlarda ısrar ediyorlar? Eğer tedavi etmiyorsa, ilacı değiştirin! Eğer araba çalışmıyorsa, ya benzin bitmiştir ya da bir yerlerde arıza vardır –o arızayı tamir etmeliyiz. Yasalar ardından yasalar geçti kanun yapmalar ve mevzuatlar, hala (Kıbrıs’ta) sokaktaki insanlar için bir şey gelişmiyor.

Tefsir

  • Her durumda (dünyasal durumlar ve ahreti ilgilendiren durumların her ikisi de), Allah bilgi ve yetkisi olan uzmanlara bakıp, onları değerlendirmemizi emretmiştir.

وَمَآ أَرۡسَلۡنَا قَبۡلَكَ إِلَّا رِجَالاً۬ نُّوحِىٓ إِلَيۡہِمۡ‌ۖ فَسۡـَٔلُوٓاْ أَهۡلَ ٱلذِّڪۡرِ إِن كُنتُمۡ لَا تَعۡلَمُونَ

Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun. (Surah Al-Anbiya 21:7)

  • Öyleyse her alanda, Allah tarafından Bilginin İnsanları olarak yükseltilmiş insanlar vardır. Onlar yaptıkları işlerde uzmandırlar. Fakat bu yüzyıl yeni bir olguyla tanıştı –insanlar, bunu yapmak için yetkin olmadıkları zamanlarda bile, uzmanların çevresinde oturmayı istiyorlar.
  • Nefis İnsanın, çiğneyebileceğinden daha büyük bir lokmayı ısırmasını sağlar. Ün için arzu, güç ve servet tarafından yönetilen insanlar kendi yeteneklerinin ötesinde görevlere açlık duyarlar. Mevlana daha önce de söylemişti; bir fil tarafından taşınan yük bir karıncayı ezebilir. Öyleyse hangi yükleri taşımayı arzuladığımızı bilmeliyiz.   Allah bu yolculuğumuzda, ‘daha ağır’ değil, ‘daha hafif’ yükleri taşımayı istememizi öğretiyor. Allah bizlere taşıyabileceğimizden daha ağır yükler yüklemez. Ağır yükü yüklenen insanın kendisidir.

لَا يُكَلِّفُ ٱللَّهُ نَفۡسًا إِلَّا وُسۡعَهَا‌ۚ لَهَا مَا كَسَبَتۡ وَعَلَيۡہَا مَا ٱكۡتَسَبَتۡ‌ۗ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذۡنَآ إِن نَّسِينَآ أَوۡ أَخۡطَأۡنَا‌ۚ رَبَّنَا وَلَا تَحۡمِلۡ عَلَيۡنَآ إِصۡرً۬ا كَمَا حَمَلۡتَهُ ۥ عَلَى ٱلَّذِينَ مِن قَبۡلِنَا‌ۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلۡنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِۦ‌ۖ وَٱعۡفُ عَنَّا وَٱغۡفِرۡ لَنَا وَٱرۡحَمۡنَآ‌ۚ أَنتَ مَوۡلَٮٰنَا فَٱنصُرۡنَا عَلَى ٱلۡقَوۡمِ ٱلۡڪَـٰفِرِينَ

Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”  (Surah Al-Baqarah 2:286)

  • Bakın, Allah, bir hazırlığı olmadan, sorumluluğu kabul edenler için ne diyor?

إِنَّا عَرَضۡنَا ٱلۡأَمَانَةَ عَلَى ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَٱلۡجِبَالِ فَأَبَيۡنَ أَن يَحۡمِلۡنَہَا وَأَشۡفَقۡنَ مِنۡہَا وَحَمَلَهَا ٱلۡإِنسَـٰنُۖ إِنَّهُ ۥ كَانَ ظَلُومً۬ا جَهُولاً۬

Şüphesiz biz emaneti Göklere, Yere ve Dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. (Surah Al-Ahzab 33:72)

Allah böyle bir insanı (hiçbir şekilde görevlerini yerine getiremeyeceği için, kendisine karşı) zalim ve (sorumluluğu isteyerek sadece zorlukları elde edebileceği için) cahil olarak tanımlıyor.

  • Sadece el altında iş için uygun birisi varsa, yükü omuzlaması teklif edilmelidir. Allah tarafından Yusuf Suresinde bildirildiği gibi, tam yedi yıl boyunca gıdanın karneye bağlanması gerektiği için, Mısır Kralı gelen kuraklık ve kıtlığın zorluklarıyla ilgili yakındığı zaman,  Hz. Yusuf (AS) aşağıdaki gibi konuştu:

قَالَ ٱجۡعَلۡنِى عَلَىٰ خَزَآٮِٕنِ ٱلۡأَرۡضِ‌ۖ إِنِّى حَفِيظٌ عَلِيمٌ۬

Yusuf, “Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim” dedi. (Surah Yusuf 12:55)

  • Hz. Yusuf (AS) vatandaşlara gıdanın (tahıl/mısır) karneyle dağıtılması işinin ki bu oldukça zor ve hayati bir görevdi, sorumluluğunu istedi. Bu görev (kıtlık süresince, her hane halkı için gerekli gıdanın hesaplanabilmesi için) matematikte iyi olan birisini gerektiriyordu. (Toprağın ne kadar ve ne süreyle ürün vereceğini bilmek için de) tarım konusunda bilgili olması gerekiyordu ve (Mısır yönetimi altındaki farklı toplulukların ve ırkların beslenme kuralları ve özel besinlerini bilmesi gerektiği için) vatandaşlar arasındaki kültürel farklılıklar konusunda da hassas olması gerekiyordu. Hava durumuyla ilgili olarak iyi bir anlayışa sahip olması ve tahılların filizlenmemesi için de nasıl depolanacağını (kuru ve serin bir yerde zararlı ortamlardan [veba vb.] ve hayvanlardan uzak) bilmesi gerekiyordu. Lojistiği ayarlamak için bir sistem düzenlemesi gerekiyordu (ki böylece kimse hakkından fazlasını alamayacaktı). Birçok konuyla ilgili çalışması gerekiyordu!
  • Bu bir insanın organize etmesi gereken yoğun bir lojistik çalışmadır. Tahıl/mısır yedi yıllık bire süre boyunca Mısırdaki tüm hasat alanlarından toplatılmalıydı. Bu mısır taşınmalı ve emniyetli bir şekilde depolanmalı –zararlı ortamlardan, hastalıklardan, kemirgenlerden, hayvanlardan, hırsızlardan ve havadan korunmalıydı. Sonra bu tahıl, bu dönemin sonunda bir sonraki hasat döneminde ekim yapılabilmesi için ayrılarak, bir yedi yıllık dönem için de karneyle dağıtılmalıydı. Sanki iki milyon Hacının, 40 gün değil ama 14 yıl, sürekli olarak, aksama ve hata olmadan, lojistik ihtiyaçlarının karşılanması gibidir! Unutmayın, tüm bunlar hesap makineleri, bilgisayarlar, internet, eposta, Blackberries, konteynerli tırlar ve klima olmadan yapılmak zorundaydı. Eğer Hz. Yusuf (AS) yanlış hesaplamış olsaydı, birçokları açlıktan ölebilirdi ve savaş ya da ayaklanma çıkardı. Yani bu görev uzman bir kişi istiyordu, dürüst bir kişi (aksi takdirde gıdanın bir kısmını kendi ailesi için ayırabilirdi) ve Allah korkusu ve merhameti olan bir kişi istiyordu. Hiç kimse, ne Kral ne de danışmanları bunu yapamazdı. Hz. Yusuf (AS) İlahi Hikmetle ve yetenekle donatılmıştı, Krala ve topluma hizmet etmek için ileri çıktı. İşte bu, Kralın halkına hizmet için her konuda gerçek liderliktir. Maalesef bugünlerde liderliğin anlamı Kralın halkının Krala hizmet etmesi anlamına geliyor.
  • Hiçbir dünyevi teknoloji olmamasına rağmen, Allah bu devasa görevi yapabilmesi için, Hz. Yusuf’u (AS) İlahi Hikmet ve göksel teknolojiyle donattı. Peygamberimiz (SAV) “Her hastalık için Allah bir şifa yarattı” demiştir. Allah bizim dünyasal ve manevi ihtiyaçlarımızın hepsini, hedefe ulaşmak anlamında, vesileler aracılığıyla karşılar. Bu nedenle, her ihtiyaç için, Allah o ihtiyacı karşılamak adına vesileler yarattı. Her iş için, Allah ona uygun kişiyi yarattı. Beklenen Günde, her ihtiyaç/iş/sorun/durum onu çözecek birine verilmiştir. Her birimizin bu dünyadayken yapmamız için emredildiğimiz, kendimize has görev ve işlerimiz vardır. Güçlerimizi ve zayıflıklarımızı bilmeliyiz. Eğer görev gerçekten Allah tarafından verilmiş bir işse, yeteneklerimizi ve sınırlarımızı bilmeliyiz ve bizi aşan bir görev verildiğinde de alçak gönüllü olmalıyız ve ayrıca içten ve samimi bir şekilde hizmet etmek için de alçak gönüllü olmalıyız.

famine2

  • Öyleyse, yeteneğinizin ve bilginizin olmadığı işler için sorumluluk istemeyin ama diğer taraftan, eğer hizmet için vasıflarınız uygunsa da sorumluluktan kaçmayın!
Bu Sohbet videosnu sadece www.Saltanat.org adresinden izleyebilirisiniz. Sağdaki menüden; ‘QualifiedOne 10. Nov 2010′ seçiniz. Ekranın altında, ses kontrolünün yanında, alt yazılar için dil seçimi yapabileceğiniz (Arapça, Bahasa Endonezyaca/Melayu, Almanca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Rusça ve Türkçe) bir CC butonu göreceksiniz. İngilizceye canlı tercüme için, görüntü ünitesinin sağ üst köşesindeki AD butonuna tıklayınız. Canlı sohbetler boyunca, üst taraftaki butonlar, başka dillere de Canlı Sesli Tercüme hizmeti sunacaktır. Eğer video artık orada değilse, altta bulunan Saltana TV sitesi arşivinden aratınız. Saltanat TV, Mevlana Şeyh Nazım’ın kişisel olarak müsaade ve onayıyla Resmi sitesidir. 
Sitemize üye olmak için lütfen kayıt olunuz. Böylece, yeni bir Yazı eklendiğinde, e-posta ile sizleri daha güncel tutabiliriz. Bizi, ayrıca, Twitter’da da takip edebilirsiniz, kullanıcı tanımlamamız SufiHub’dır. Bu siteden alıntı yapabilmek için, lütfen SufiHub’ın iznini isteyiniz. Yeniden gönderilmesi gereken Suhbah Özetleri (onaydan sonra) tam olarak çoğaltılmalı ve kaynakları da bildirilmelidir. Bu web sitesindeki herhangi bir yazının, hiçbir parçası Ticari amaçlar için ya da izinsiz olarak kullanılamaz.
Tüm Hakları Saklıdır.
This entry was posted in 2010 @tr, Kasım, Sohbetleri and tagged , . Bookmark the permalink.